Nigâr Nigâr Alemdar: Okullarda semt bilinci de okutulmalı

Dördüncü kuşak Bebekli, Şair Nigâr’ın torunu Nigâr Nigâr Alemdar’ın ‘Geçmişten Günümüze Bebek – Sosyal Tarihimizden Sayfalar’ çalışması, Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlandı.

Alemdar, semtin en köklü ailelerinin fertlerinden en eski yapılarına, hatıralarda kalan semt esnafından bugün hâlâ hizmet veren müesseselerine, sadece semtin değil şehrin ve ülkenin dününü ve bugününü aydınlatmış eğitim kurumlarından semtin sakini olmuş yabancı konuklarına, fotoğraflarda kalan pastoral manzarasından değişen ve tuhaf biçimde büyüyen bir şehrin etkisiyle kültürü, geleneği aşındırılan bugünün Bebek’ine, dünden bugüne ve A’dan Z’ye bütün bir Bebek’i, “Bebekli”yi anlatıyor.

Nigâr Nigâr Alemdar ile ‘Geçmişten Günümüze Bebek’i konuştuk.

Bizde kent/semt monografileri pek yaygın değildir. Yakın yıllarda bir yayınevi önce İstanbul’un, sonra da İzmir ve kimi Anadolu kentlerinin gözde semtleri, mahalleleri üzerine monografiler yayımladı ya, sizin kitabınız onlara hemen hemen benzemiyor. Sizinki kısaca “bir ömrün kitabı”… İnsan daha öylesine bir bakarken görkeminden irkiliyor. Bu bağlamda öncelikle kutluyorum. Böyle bir kitap gereksinimi nereden doğdu, bunca yoğun emekleri nasıl göze aldınız?

Dördüncü kuşak Bebekli’yim. 1970’lerden itibaren İstanbul’da yavaş yavaş yitirdiğimiz nesnel, görsel ve sosyal değerlerimiz hakkında “köyüm” Bebek’i çok seven biri olarak söyleyeceklerim vardı. Onları yazmayı, kayda geçirmeyi hep istedim. Ancak çok yoğun bir iş hayatım ve aile sorumluluklarım nedeniyle bunu yapma fırsatını bulamamıştım. Covid-19 salgını öncesi birkaç eski Bebekli aileden tanıdıklarımla sohbetlere başladım. Sonra salgın hepimizi evlere hapsettiğinde bu kitabı yazmaya koyuldum. Konu konuyu açtı. Eski Bebekliler bana destek oldukça, bilgi, belge paylaştıkça çalışmam genişledi. Aileden gelme bir yazma sevgim zaten var. Çalışmam bana büyük keyif vermeye başladı. Araştırma yaparken ben de çok şey öğrendim. Belki bir noktada durmasaydım kitap çok daha genişleyecek ve daha bile kapsamlı olacaktı.

Yazdıklarımla “Boğaziçi’nin incisi” diye bilinen Bebek’i geçmişiyle, bugünüyle kayıt altına almayı hedefledim. Simültane konferans tercümanı ve de hem ACG/RC’de (5 yıl) hem de Boğaziçi Üniversitesi’nde (35+ yıl) toplamda 40+ sene ders veren biri olarak çalışma ve akademik hayatımdan gözlemlerimi, tecrübelerimi kitabın sunumuna aktardım.

“Bir resim bin kelimeye bedeldir” denir. Ayrıca bilim insanlarına göre insan hafızası gördüğünü yüzde 80, işittiğini yüzde 20, okuduğunu ise ancak yüzde 10 oranında hatırlamakta. Bu gerçekten yola çıkarak kitabın çok sayıda görseli olmasında çok ısrarcı oldum. Özellikle okumayı çok sevmeyen gençleri bu görsellerle kitaba cezbetmeyi amaçladım.

Kitabınızın türünü “sosyal tarih” olarak belirtiyorsunuz. Bu sözden ne anlamalıyız?

Konferans tercümanlığım sırasında o kadar değişik konularda çalıştım ki! Son 10-15 yıldır tarihçilerin ilgisinin resmi tarihten yavaş yavaş sade vatandaşların yaşadıkları dönemleri anlatan mektuplarına ve diğer yazılarına yönelmeye başladığını gördüm. Resmi tarih, adı üzerinde, devrin etkili yönetiminin telinden çalmakta, tıpkı günümüzde birilerinin alternatif bir tarih yazımı girişimlerinde bulundukları gibi. Halbuki sade vatandaşın kaleme aldıkları daha gerçek bir şekilde sosyal ortamı yansıtmakta – işte böyle yazılmış, resmi olmayan tarih “sosyal tarih” olarak bizlere sahiden yaşananları anlatmakta.

Geçmişten Günümüze Bebek – Sosyal Tarihimizden Sayfalar, Nigar Nigar Alemdar, 464 syf., Kırmızı Kedi Yayınları, 2024.

‘EN BÜYÜK SORUN OTOPARK İMKANININ OLMAMASI’

“Giriş”in bazı tümcelerini yeniden yeniden okudum. Bebek ile ilgili gözlem ve yargılarınız, yakınmalarınız son derece nesnel! Bugünkü Bebek’in sorumluları kimlerdir?

Bugünkü Bebek’in sorumluları tabii ki politikacılar ve açgözlü insanlar! Beşiktaş Belediyesi her binaya kafe-bar işletme ruhsatı vermeseydi, bu kadar mekana akın eden insanların otomobilleriyle Bebek’e gelmesine yol açmazdı. En büyük sorun otopark imkanının olmaması: Her tarafı valeler parselledi. İnsanlar kendi evlerine giremez oldu. Bu durum yerel belediyeye defalarca aktarıldığı halde, gelir kaynağı olarak görülen Bebek yaşanması zor bir yer oldu. Dükkan ve ev kiraları uçtu…

Yine “Giriş”in son iki bölümcesinde (paragrafında) “Hayal gücünüzü kullanmaya ne dersiniz?” diyerek, okurlara eski, dingin, Bebek’in Bebek olduğu dönemleri hayal etmelerini öneriyorsunuz. Bunun hayal olarak kalacağını elbet biliyorsunuz. Peki, en azından bugüne göre eskisini biraz olsun andırır bir Bebek nasıl var edilebilir ya da edilebilir mi?

Eskisini hiç olmazsa biraz andırır Bebek mümkün bence. Her şeyden evvel Bebek’in denizle bağlantısı yeniden kurulabilir.

1) Hiçbiri Bebekliler’e ait olmayan ‘sözde’ yatlar Yalıboyu’ndan uzaklaştırılıp Boğaz’ın başka yerlerine bağlanabilir. Denizciliği iyi bilenler bunun Boğaz’ın güneyinde mümkün olabileceğini söylemekte. O zaman sahilde yürüyenler teknelerin oluşturduğu duvar yerine Boğaz’ın gerçek güzelliklerini seyredebilir.
2) Vale sistemi tamamen kaldırılabilir.
3) “Karadan değil maviden” yani denizden geliş imkanları artırılabilir. Hatta toplu taşıma dışında Bebek’e geliş yasaklanabilir.
4) Gene kiralık sandallar olabilir, insanlar denizle barışık yaşamaya teşvik edilebilir. Gençler sandaldan balık tutma, kürek çekme keyfini yaşayabilirler.
5) Kıyısı olan yeme-içme mekanlarında bangır bangır müzik kesinlikle yasaklanabilir, çok hafif volümde ve en geç 12.00’ye kadar müzik izni olabilir.

‘DAHA EVVEL YAPILMAMIŞ BİR ŞEY YAPMAYI AMAÇLADIM’

Hem “İçindekiler”i incelediğimizde hem de sayfa sayfa kitabı okuduğumuzda, rahatlıkla “Yok, yok!” diyebiliriz. Bunca bilgi, belge, fotoğrafı nasıl toparladınız? Önünüzde bir semt monografisi konusunda bir model, örnek var mıydı? Sorduğuma bakmayın; bana kitabınız her yönüyle özgün görünüyor, bu bakımdan da “kendinize özgü”, eski sözcüklerle “nevi şahsına münhasır” olduğunuzun bir kanıtı gibi görünüyor. Böyle bir kitap başka türlü doğamazdı zaten. Ne dersiniz?

Bebek hakkında yazılmış kitapları tabii ki okudum. Ama hiçbirini kendime örnek almadım. Tam tersine, daha evvel yapılmamış bir şey yapmayı amaçladım.

İnsan 70’lerinde olunca, hayatında hep çok okumuşsa, simültane çeviri için gittiği her konferanstan bir şeyler öğrenmiş ve dolayısıyla adeta çok sayıda üniversite diploması almış gibi olursa, buna bir de Bebek’le ilgili bilgi arşivleme merakını eklerseniz kitabın büyük bir kısmı belirir zaten. Tabii kıdemli Bebekli ailelerin benimle resim, bilgi ve belge paylaşımı da kitabı zenginleştiren çok önemli bir faktör oldu.

Anlaşılır olmak ve akıcı bir okuma sağlamak için sade bir dille yazılmış kısa cümleler kurmayı tercih ettim.

Kitabınız bende bir kaygı da uyandırdı. Yalnızca Bebek üzerine bu kadar yoğun bilgi, belge, görsel, söz varsa, bir de iki yakalı Boğaz semtlerini düşünelim. Onlarla ilgili olanları kimler toplayacak da bu derece kapsamlı ve içerikli yazacak? Bulabilecek, toplayabilecek mi?

Kaygınızda haklısınız. Şayet ben bir örnek teşkil edersem, eminim diğer Boğaziçi semtlerinden de benzer eser verecekler çıkacaktır. Bu konuda Boğaziçi Dernekleri Platformu (BODEP) üyesi derneklerden böyle girişimler çıkabilir. Örneğin, Sarıyer hakkında makaleler yazan Cemal Beşkardeş böyle bir çalışmaya girişebilir. Rumelihisarı için de başka bir dost, Turhan Sir var.

Bunu da sorayım: Biz neden hoyrat, değerbilmez bir toplumuz? Sözgelimi Kadıköy’de ne tarihi çeşmeler görüyorum; yalakları çöplük, alınları, duvarları abuk sabuk yazılarla dolu?

Bu çok derin bir konu. Bence okullarımızda çevre bilinci yanında semt bilinci de okutulmalı. Böyle bir eğitim uzun vadede belki hoyratlığı, değerbilmezliğı azaltabilir. Belediyelerimizin daha çok sayıda çöp kutusu sağlaması da bu konuda yardımcı olacaktır.

Bebek, iki sosyal sınıflı bir semt gibi görünüyor: Bir varsıl kesim, bir de onlara hizmet eden kesim. Sanki orta sınıf pek yok gibi. Doğru mu bu belirlemem?

Bebek iki sosyal sınıflı bir semt değildi. Tabii ki bir orta sınıf vardı. Bankacı olanlar, devlet memuru olanlar, doktorlar, avukatlar, öğretmenler vb…

Konum Türk Yazını (edebiyatı) olduğundan Bebek’i konu alan ozan ve yazarlarımızı da aradı gözlerim. Yoktu. Ressam olarak da Ali Sami Boyar’ı gördüm. Bu konular, “sosyal tarih”in kapsamına girmez mi? Yoksa başka bir nedenle mi -sözgelimi konuyu sınırlamak zorunluğundan mı- bu alanlara girmediniz?

Önsözde dediğim gibi, kitabım Bebek hakkında her şeyi ve Bebek’te yaşamış herkesi kapsamak iddiasında değil. Böyle bir girişim bir kişiyi aşacak bir proje olurdu. Ben daha ziyade Bebek sahilinde yaşayan büyük aileler ve gene şahsen tanıdığım kıdemli Bebekliler ile yaptığım söyleşilerle yola çıktım. Daha pek çok kişi eklenebilirdi ama başta da dediğim gibi bir yerde durmam gerekti.

Bebek’ten ara sıra “bizim köy” diye söz ediyorsunuz. Bebek, bugün köy özelliğini koruyor mu, yoksa eksi zamanlarına bir özlem vurgusu mu var sözünüzde?

Bebek bir Boğaziçi “köyü” idi ve keşke öyle kalsaydı. “Köy” bağımsız bir yerleşimi çağrıştırıyor. Köy dokusu kendine has olmayı da içinde barındırıyor. “Mahalle” ise benim için kocaman bir yerin parçası demek. Bir de son yıllarda dağ başındaki köylere bile mahalle diyen bir zihniyet çıktı ortaya. Bunun sadece politik açıdan bir nüfus oyunu olduğunu bilmeyen de yok tabii!

Eklemek istediğiniz bir konu var mı?

Kitabın sonunda karekodla verilen köklü ailelerin soy ağaçları konusunu vurgulamak isterim. Bu ailelere defalarca danışarak, destek alarak bu konuda ciddi çalışmalar yaptım. Kitap yeni baskılar yapacak olursa, gene tanıdığım birkaç kişi ve birkaç konuyu da yeni baskılara eklemek isterim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

xxx